Aşk Kadar Tatlı İçecek: Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı.
Hatırı 40 Yıl, Faydası Çok
Kahve severler için yeni trend, sayısı gün geçtikçe artan ve türlü çeşit imaj çalışmasıyla cazibe yaratan mekânlar... Artık her köşe başında karşımıza çıkan ve özgün stilleriyle dikkat çeken bu tür kafelere, “yeni nesil kahve” deniyor. Hayatımıza bu yeni mekânlarla birlikte, yeni akımlar ve çeşitli sunumlar da girdi. Bir yandan çağın hoyratlığına kafa tutarak ayakta kalmaya çalışan geleneksel kahvehaneler, diğer yanda da modern zaman kahvecileri. Fakat kahvenin dumanı ve kırk yıllık hatırı hep aynı.
Aşk Kadar Tatlı İçecek
Fransız Devlet Bakanı Talleyrand’ın “Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı” diye tanımladığı kahvenin hem kültürümüzde hem de günlük yaşamımızdaki yeri çok önemli. Güne iyi başlamak, ayılmak, belki de biraz keyif almak... Kahvenin tarihçesi, M.S. 850 yılına kadar dayanır. Her şey Kaldi adında, Etiyopyalı bir çobanın, güttüğü keçilerin bir meyveyi yedikten sonra canlanmalarını fark etmesiyle başlamış. Kendisi de bu meyveyi denemeye karar vermiş keçi çobanı ve yedikten sonra hissettiği güçle karışık mutluluk çok hoşuna gitmiş.
Kahve Yemen'den Gelirdi
Daha sonra keşişler denemiş bu gizemli meyveyi; ancak acı tadını beğenmediklerinden hepsini ateşe atmışlar. Kısa süre sonra lezzetli aroma burunlarına dolunca, keşişler çok meraklanmışlar ve kavrulmuş meyvelerden bir içecek demlemişler. Öylesine güzelmiş ki ortaya çıkan içecek, bunu Tanrı’nın bir hediyesi olarak görmüşler. Böylece kahve tohumunun ünü, kısa süre içinde bölgede yayılmış. M.S. 1000 yıllarında kahve Yemen’de üretilmeye başlanmış. Türk kahvesinin hikâyesi de bundan yaklaşık 500 yıl sonra başlıyor.
Lezzet Kadar Sunum Da Önemli
Kahve hayatımıza Kanuni Sultan Süleyman döneminde, yani 1500’lü yılların ortasında girdi. Yaygın görüşe göre Yemen Valisi Özdemir Paşa tarafından İstanbul’a getirildi. Fakat o günden bugüne sadece yapılış biçimi ve lezzeti değil, kahvenin toplumdaki rolü de değişti. Osmanlı’da kahvenin lezzeti kadar sunumuna da önem veriliyordu. Kahveden önce çeşitli tatlılar ve reçeller ikram edilir; daha sonra cezve içinde yapılan kahve, altın, elmas gibi mücevherlerle süslenmiş ufak fincanlarla yanında lokum veya misket üzümüyle beraber sunulurdu. Bu pişirme ve sunum tekniği Türk kahvesi diye anılmaya başlandı. Türk kahvesi masalarımıza artık mücevherler içinde gelmese de, fincanların ölçüsü hiç değişmedi.
Müzikli, Meddahlı Kahvehane
Çok eskiden kahvehaneler, ocaklarda büyük demliklerin içinde kahvelerin piştiği, kitapların okunduğu, halkın her kesimine hitap eden önemli yerlerdi. Hatta müzikli, meddahlı gösteriler yapılıyordu. Osmanlı’nın son dönemlerinde ise kahvehaneler artık kamuoyunun oluştuğu mekânlar haline geldi.
Edebiyatçıların Mekanı
19’uncu yüzyılda yazılı basının yaygınlaşmasıyla, kahvehaneler okuma hatta yazma alanlarına dönüştü; okurların yanı sıra yazar ve şairler bu mekânlarda, kahve eşliğinde eserlerini yazar, bir arada fikri ve felsefi sohbetler yaparlardı.
Türk Kahvesinin Özellikleri
Sizin İçin Önerilenler
Sıcak Yaz Günlerinde Ferahlata...
Yazın kavurucu sıcaklarında, ş...
Devamını OkuUrla Mutfağının Popüler Yemekl...
Urla yemekleri Ege’nin bereket...
Devamını Okuİstanbul’un En İyi Sokak Lezze...
İstanbul, tarihi dokusu kadar ...
Devamını Oku